Ana Sayfa Yüksel Baysal - Gazete Yazıları Lanetli topraklar: Ortadoğu!

Lanetli topraklar: Ortadoğu!

Bugün köşemi genç bir meslektaşıma, Selçuk Üniversitesi Radyo Televizyon ve Sinema okuyan Günnur Ekşi’ye bırakmak istiyorum.
Filistin-İsrail sorununu tarihsel kökleriyle inceleyen harika bir yazı…
Orta Doğu’yu anlamak isteyen bir yandan bu yazıyı okurken, öte yandan internette yıllar önce yazmış olduğum “Lanetlenmiş Halk Yahudiler!” başlıklı yazımı da unutmamanızı önererim!
Elbette son zamanlarda yazdığım “Şeytanın gör dediği!” yazımı da bütünlük sağlaması açısından okuyabilirsiniz!

XXXXXX

Şimdi söz sırası Günnur Ekşi’de:

“İnsanoğlunun, yeryüzünde avcı toplayıcı olarak başladığı serüven, ardından gelen binlerce yıl boyunca aşamalı ve birbiriyle bağlantılı olarak gelişme göstermiştir. Bu gelişme günümüz uygarlıklarını yarattığı gibi, içinde besleyip giderek büyüttüğü yok edici ‘yeni insanı’ da evrenin hizmetine sunmuştur.
Yaşanan iklim değişiklikleri, açlık, güvenlik gibi sebepler insanoğlunun doğayı kullanabilme becerisini kazanmasını zorunlu kılmış, göçebe topluluklar bin yılları alan süreçte bunu başarmıştır. Tarımı keşfetmeleri verimli toprakları arayıp bulmalarına, buldukları toprakları koruma içgüdüsü de savaşma becerisi geliştirmelerine yol açmıştır. Savaşı kazanma, kaynakları elinde tutma hırsı da, bilimi savaşın hizmetine sunmuştur.
İşte bu verimli topraklardan olan ve binlerce yıldır her dönemde savaştan nasibini alan bölge; Mezopotamya’dır. Uygun iklim şartları ve verimli toprakları çağlar boyunca bölgeye göçlerin yaşanmasına sebep olmuş, bu da birçok farklı kültür ve halkın karıştığı bir bölge olmasını sağlamıştır. Medeniyetler Beşiği olarak anılmasını sağlayan, tarihteki en gelişmiş medeniyetler burada kurulmuştur. Günümüzde medeniyetle değil, vahşetle özdeşleşen bu lanetli topraklar, insanoğlunu cezp etmeye devam etmektedir.

XXXXXXXX

Bugün Ortadoğu olarak anılan bu toprakların değişmeyen tek yanı hala insanların uğruna savaşıyor olmasıdır. Dicle ve Fırat nehirlerinin arasında; Kuzeydoğu Suriye, Güneydoğu Anadolu, Güneybatı İran ve Irak’ın büyük bölümünü içine alan bu topraklar verimli tarım arazileri, kıtalar arasındaki ticaret yolları ve günümüzdeki en önemli yönü olarak zengin yer altı kaynakları sebebiyle, insanoğluna uğruna savaşılabilecek yeterince sebep vermektedir.
Coğrafi keşifler, sanayi inkılâbı, Vatikan’ın çağrısıyla toplanan Haçlı orduları derken, her yüzyılda bölge gözde savaş alanı olma özelliğini korumaktadır.
21. yüzyılı yaşarken, sadece benim 30 yıllık hayatımda bölgede kaç savaşın yaşandığını düşünüyorum. Kuveyt, Irak, Arap baharı (!), Suriye derken, son olarak Filistin…

XXXXXXX

14 Mayıs 1948, Filistin halkının ‘El Nakba’ yani ‘Felaket’ günü olarak andıkları gün; İsrail’in kurulduğu gündür. 2. Dünya Savaşı sonrası Hitler’in elinden kurtulmuş Yahudilere Ortadoğu’da yer gösteren süper güçlerin, burayı seçmiş olmaları doğal görünüyor. Üç hak din için de kutsal olan bu topraklar, savaşların taraflarından birini kalıcı hale getiriyor; İsrail…
İsrail Devleti’nin kısa tarihine bakıldığında hemen bütün komşularıyla çeşitli sebeplerle savaştığını görüyoruz. En büyük payı şüphesiz Filistin alıyor. Büyük İsrail projesini gerçekleştirme amacıyla, kutsal kitaplarında geçen bölgeyi topraklarına katmak için kurulduğu tarihten bu yana komşularıyla savaşan İsrail, ülkeyi yönetenlerin eğilimlerine göre kimi zaman barıştan ama çoğunlukla savaştan yana bir karakter çizmektedir.
Filistin ise, Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasının ardından İngiliz mandasına girmiş, 15 Kasım 1988’de Filistin Kurtuluş Örgütü tarafından Cezayir’de bağımsızlığını ilan etmiştir.
Bağımsız ancak savaşın yaşam biçimine dönüştüğü bir ülke… İsrail’in kuruluşuna kadar eksik olmayan savaşlar, İsrail ile Filistin arasında sürüp gidiyor. Ortadoğu, Dünya’nın kalbi, popüler savaş alanı olarak lanetli topraklar sıfatını hak ediyor.

XXXXXXXX

FKÖ’nün lideri Yaser Arafat’ın 1974’te Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmasında ‘Bugün bir elimde zeytin dalı, bir elimde kurtuluş savaşı veren birinin silahı var. Zeytin dalını düşürmeyin’ cümlesi, barışa susamış ama savaşa da alışmış toprakların ortak çağrısı gibidir. Savaşan, halklar değil aslında. Bu yüzden kaybeden her zaman sıradan insan oluyor. Evlatlarını, eşlerini, babalarını, evlerini, hayallerini…
Dinler, ırklar ya da ülkeler arasında seçilmesi gereken asıl taraf; insanlık, göz ardı ediliyor. Dünyanın neresinde olursa olsun, her bireyin, sadece insanlık vasfının arkasında durabilmek erdemi, Nemrut’un ateşine su taşıyan karınca kadar küçük görünebilir. Ama o karınca gibi, tarafımızı belli edebiliriz, savaşa nerede olursa olsun karşı koyarak…
İnsanoğlunun gelişen beyni, ilerlettiği bilim ve teknolojisi yaşam standartlarımızı yükseltmek yerine, yok etmeye hizmet ediyor. Bütün bu savaşlar, en güçlü olabilmek hırsıyla kaynaklara sahip olabilmek ve elde edilen kaynaklarla ‘yok edebilmek’ için veriliyor.

Kaynakları daima kendi hizmetinde tutmayı politikası haline getiren süper güçlerin, buldukları en ufak fırsatı değerlendirerek, yoksa sebep yaratarak bölgede bitmek bilmeyen savaşları, insanoğlunun ortak hafızasında bilinçaltına işlenmiş kâbuslar olarak yerini almaya devam ediyor yazık ki. Sadece savaşı yaşayan ülkeler değil, buna şahit olan tüm dünya bu savaşlardan doğrudan ya da dolaylı olarak mutlaka etkileniyor.

XXXXXXX

Mezopotamya ya da güncel adıyla Ortadoğu topraklarının bir bölümünü bünyesinde barındıran Türkiye de bu savaşlardan en büyük payı alıyor. Kendi topraklarımızda, ırk söylemiyle nedense tam da yer altı zenginliklerimizin olduğu bölgede yaşanan terör sürüp giderken, komşu Ortadoğu ülkelerinde de yıllardır devam eden savaşlar bölgeden ülkemize sığınan mültecilerle hem politik hem ekonomik sorunlar olarak gündemimize oturuyor. Savaşın olmadığı Ortadoğu ülkelerinden bile insanların ülkemize yerleştiğine tanık oluyoruz.
Sağlanamayan ve muhtemelen hiçbir zaman da sağlanamayacak kalıcı barış ortamının özlemini yaşayan Ortadoğu’da, sınırlar her birkaç yılda bir yeniden çiziliyor, insanlar göçebe topluluklar olarak binlerce yıl öncesindeki yaşamlarına geri döndürülüyor, kan ve hırsla…

XXXXXXX

Nemrut’un ateşine su taşıyan karınca ya da şiddetin her türlüsüne karşı koyan direniş hareketiyle başarıya ulaşan Gandhi’nin tavrıyla taraf olabilirsek, geleceğe dair umudumuz yeşil kalacaktır daima. Yoksa taraf olmadığımız insanlığa muhtaç hale gelmeyeceğimizin hiçbir garantisi yok, yaşadığımız coğrafyanın önemini göz önünde bulundurursak…”

Loading