Ana Sayfa Melike Baysal Yazıları Yalnız bir manastırın izinde!

Yalnız bir manastırın izinde!

Dünyanın bütün topraklarında, kimi gün ışığına çıkmış, kimi de çıkmayı bekleyen kadim uygarlıkların izleri var. Bu nedenle de dünyanın hiçbir toprağının tam olarak hiçbir millete ait olmadığını düşünüyorum.

Kendilerine yurt belledikleri topraklarda hem varlıklarını hem de benzerleriyle birlikte oluşturdukları kültürü korumak için sınırlarını çizen ve koruyan milletlerin sahiplendiği topraklar bunlar. Oluşturdukları ortak kültürde farketsinler ya da etmesinler, kabul etsinler ya da etmesinler, geçmişin izleri çok fazla. Bu düşüncelere sahip olunca, seyahat ederken tarihi yapılar, tarihi eserler, antik kalıntılar daha önemli hale geliyor. Birçoğunun ‘’taş yığını’’ diyerek önemsemediği özellikle antik kalıntılar benim için çok önemli. Dokunduğun o ‘’taş yığınına(!)’’ yüzlerce yıl önce başka ellerin dokunduğunu, oralarda benim yaşadığım yüzyıldan çok daha farklı yüzyıllarda yaşamış insanların yaşadığını bilmek beni çok heyecanlandırıyor. Özellikle benim ülkemde, dili, kültürü, inancı benden çok farklı insanların varlığını hissetmek, ülkemin bu anlamda ne kadar zengin olduğunu bilmek çok etkiliyor beni.

manastır-1

Ancak hepimizin bildiği bir gerçek de, geçmişin miraslarını çok iyi koruyup muhafaza edebilen, bu miraslardan gereği gibi faydalanabilen bir ülke değiliz. Ne yazık ki medeniyeti AVM/residance/beton muhteşem üçlüsüne yüklediğimiz için, ne tarih ne kültür bizi çok da ilgilendirmiyor. İşte aşağıdaki yazı da geçen sene tesadüfen gördüğüm, tıpkı birçok eşdeğeri gibi korunmayıp bir kenara atılmış, oysa değerlendirilse hem o bölgede yaşayanlar, hem bizler, hem de inancı gereği bu yapıyı görmeyi önemseyecek turistler nedeniyle ülkenin bir değeri olabilecek küçük bir manastıra ithafen yazıldı.

9 YY. HAGİOS ABERKİOS MANASTIRI- KURŞUNLU

Hava, bahardan kalma günler yaşadığında Bursa’da ne çok yer vardır gezilecek… Gezilip görülecek, fotoğrafı çekilecek, keşfedilecek….

İşte o günlerden birinde gitmiştim Kurşunlu’ya. Amacım aslında sadece balık yemek, deniz kenarında yürüyüş yapıp Bursa’da hem maviye hem yeşile sahip olmanın tadını çıkarmaktı. Yazın son, sonbaharın ilk günleriydi ve yazlıkçı sakinleri Bursa’ya dönmüş, ıssız sokaklarında tek tük insanlar kalmıştı Kurşunlu’nun. Sanki yazın o kalabalığından sonra, yorgunluk atar gibi bir hali vardı, pek hüzünlü görünmüyordu doğrusu bu yalnızlıktan. Oysa o öyle miydi ya? Sırtını denize vermiş diye düşündüm önce… Ama hayır… Denize yüzü dönüktü, çünkü sırtını şehre ve insanlara dönmüştü. Ne kadar yalnız, ne kadar hüzünlü bir hali vardı… Tel örgü ile hapsedilmiş, yıkık dökük bir yapı. Eğer ; bir marifetmişcesine asılmış o koca tabela olmasa o güzelim tarihi yapıyı fark edemeyecektim… Hüznüyle beraber mağrurluğu da her halinden belliydi; dile kolay tam 9. Yy’dan beri aynı kıyıda sayısız dalga sesi dinlemiş, sayısız fırtınalar görmüş, sayısız insan tanımıştı… Bir zamanlar önemsenmiş, insan nefesi yoldaşı olmuştu… O bir Ortodoks manastırı idi… Defalarca yeniden yapılmış, genişletilmiş ama her seferinde yeniden yalnızlığa çıkmıştı yolu… Ve Osmanlı’nın fethinden sonra iyice yitirmişti önemini. Ta ki 1995 yılında yapılan kazılara kadar.

O kazılarda ortaya çıkan birkaç eser Bursa Müzesi’nde sergilenmekteymiş ancak manastır kendi haline bırakılmış halde hala zamana direnmeye çalışıyor… Denizin mavisinden, dalgaların sesinden alıyor gücünü. Martılarla kediler artık yoldaşı. Yeniden hak ettiği ilgiyi görmeyi, sesini duyurmayı bekliyor…

manastır

Loading