Ana Sayfa Yüksel Baysal - Gazete Yazıları İasos, Bodrum’da bir saklı cennet!

İasos, Bodrum’da bir saklı cennet!

Strabon’u bilirsiniz.

Dünyanın ilk coğrafyacısı…

Aynı zamanda tarihçi ve filozof…

Komik bir öykü anlatır:

‘’Bir zamanlar bir müzisyen kentin birini ziyaret eder ve tiyatroda bir resital verir. Bu resital sırasında balık pazarının açıldığını bildiren çan sesi duyulunca elini kulağına götüren yaşlı adam dışında herkes yerinden fırlayarak tiyatrodan ayrılır. Yaşlı adamın yanına gelen müzisyen ‘Bana ve sanatıma gösterdiğiniz saygıdan ötürü size teşekkür borçluyum; çünkü çan sesini duyan tüm dinleyiciler çekip gittiler’ der. ‘Ne ?’ diye haykırmış bunu duyan yaşlı adam, ‘Yoksa çan mı çaldı?’ ‘Evet, neden?’ ‘Öyleyse izninizle efendim…’ der ve gözden kaybolur.’’

Öykü benim çocukluğumun Gurin’inde geçer.

Nedense bana akrepleri anımsatırdı hep Gurin.

Doğduğum Ege kasabası Selimiye’ye birkaç kilometre uzaklıktaki bu köye çocukluğumda ve sadece iki kez gittim.

Kuru ve sıcak iklimimizde, özellikle köylerin istenmeyen misafiriydi akrepler. Babaannemin bizi korumak için tüm yaşlılar gibi uydurduğu öyküler nedeniyle çok da korkardım akrepten. Muhtemelen Gurin ve akrep arasında çocuk aklımla ‘’r’’ harfleri nedeniyle bağ kurup ilişkilendirdim ve Gurin’den de korktum.

Gurin’de korkutucu akrep öyküleri yerine antik bir kentin, beş bin yıllık bir yaşam öyküsünün olduğunu öğrenmem için epey büyümem gerekti.

Kuruluş adı “Asın Kuren” olan, yerel dilde Gurin’e dönüşen, şimdilerde Kıyıkışlacık olarak bu bilinen bu köyün  (köylerin resmiyette mahalle olması benim yazılarımda köyleri yaşatmak istememe engel teşkil etmez sanırım) ilk adı İasos’tur ve Strabon yazının başındaki öyküyü, verimsiz topraklarından ürün alamayan İasoslu’ların balığa olan düşkünlüklerini belirtmek için anlatır.

 

Toprakları sadece tarım için verimsizdir. Yoksa, tüm Ege gibi İasos da zeytini besler, büyütür bağrında.

Ve tüm Ege kıyılarında olduğu gibi birkaç medeniyetin izlerini taşır beş bin yıllık yaşamında.

Mandalya Körfezi’nin içinde, Güllük Körfezi’nin hemen karşısındaki yarımadaya önce Yunanistan’dan Argoslu kolonistler gelir.  Daha sonra (Aydın-Didim civarında) Milet’ten gelen göçmenler yerleşirler.

Santorini Adası’na 200 kilometre uzaklıktadır ve 3 bin 600 yıl önce, adadaki Tera yanardağının patlaması sonucu küller altında kalmıştır.

İşte bu İasos antik kenti bugün Muğla ili Milas ilçesinin mahallesi olan Kıyıkışlacık’tadır.

Eski büyüsü kalmadıysa da, hala gözden tam olarak düşmeyen Bodrum’a gidenlerdenseniz ve o çılgın ‘’beach’’lerden hoşlanmıyorsanız bu sessiz ve kendi halindeki köyü mutlaka ziyaret etmelisiniz.

Yolu biraz zorlasa da gösterilecek sabra değecek bir manzara karşılayacak sizi.

Köyün hemen girişinde başlıyor eski çağların izleri.

İçeri girdiğinizde, köyün merkezinde antik limanı ve hemen yanı başınızdaki antik kenti göreceksiniz.

Kazıları bitmiş, neredeyse tam olarak gün yüzüne çıkarılmış, çok iyi korunmuş, turizme açılmış, tüm dünyadan ziyaretçileri ağırlayan ve antik kentlere ilgisi olanlar için göz yaşartacak denli bakımlı bir ören yeri anlatmak isterdim sizlere.

Oysa gözümüzü yaşartan bu manzaralar değil antik kentin içine bağlanmış iki büyük ve güzel inekle, içilip bırakılmış iki bira şişesi manzarasıydı gördüğümüz!

Kurumuş otları, kilitli bekçi kulübesini anlatmak gereksiz.

Binlerce yıl önce yapılmış ve kim bilir kimlerin elinin değdiği, üstünde çok farklı insanların yürüdüğü, içinde aşkların ve kavgaların yaşandığı antik kentten bahsedeyim en iyisi.

Kemerlerin arasından görünen Ege mavisinin en güzel tonlarına sahip denize, kocaman sütunlara, muazzam amfi tiyatroya hayran olmamak mümkün değil.

Kent merkezindeki doğal liman, Balık Pazarı Müzesi, koylar mutlaka gezilmeli.

Benim gibi deniz kenarında taş toplamaya meraklı iseniz, turuncudan kırmızıya çalan, içinde gri damarları olan taşlar göreceksiniz!

Dikkatli baktığınızda, bunların taş değil, Muğla’ya özgü bir tür mermerin parçaları olduğunu fark edeceksiniz!

Ayasofya Müzesi’nin yapımında da kullanılmıştır bu mermer ve dünyada çok az örneği vardır.

Karia benim büyülü ülkem.

Bu büyülü ülkenin şehirlerinden biri olan İasos’u görmeniz dileğiyle yine oraya ait başka bir öykü ile bitirelim öykü ile başladığımız bu gezi yazımızı.

 

YUNUSLU ÇOCUK!

Tarihçi George Bean’in Karia adlı kitabında yazdığı; ‘’Büyük İskender’in ilgisini çeken bir başka İasoslu da, yunus tarafından sevilmek gibi bir şansa sahip olan erkek çocuktu’’ satırları, İasos halkının denizle ve balıkçılıkla nasıl bütünleştiğini daha iyi anlatıyor. Hem yerli hem yabancı turistlerin büyük ilgisini çeken Yunuslu Çocuk öyküsü, İasos’ta asırlardır dilden dile, kulaktan kulağa aktarılıyor.

Olay, İasos’taki erkek çocukların gimnazyumda çalıştıktan sonra denizde yıkanmaları geleneğinin sürdüğü günlerde yaşanıyor. Çocuklar denizde yıkanırlarken, kıyıya yaklaşan bir yunus çocuklardan birini sırtına alıyor. Çocukla birlikte açıklara giden yunus, bir süre sonra çocuğu yeniden kıyıya bırakıyor. Bunu duyan İskender, çocuğu Babil’e getirtiyor ve deniz tanrısı Poseidon’un rahibi yapıyor.

Bununla ilgili anlatılan bir efsanede şöyledir: Bir yunus balığı, annesinin kucağında dolaşan Hermiyas’ı denize çağırır. Çocuk da bu çağrıya uyarak denize atlar. Denize açılan bütün balıkçılar annesine Hermiyas’ı gördüklerini söylerler, ancak kadın hala deniz kıyısında çocuğunu beklemektedir.

 

 

 

Loading