Ana Sayfa Yüksel Baysal - Gazete Yazıları İki aydınlanma ışığımızın söndüğü ay!

İki aydınlanma ışığımızın söndüğü ay!

 

Size bugün iki değerli insanı, iki bilim adamını tanıtmak istiyorum.

İki değerli hocamın ölümü de aynı zaman dilimine, yani ekim ayına denk geldi.

Biri, Türkiye’nin aydınlık yüzlerinden Ahmet Taner Kışlalı

21 Ekim 1999 yılında kahpece öldürüldü.

Siyaset Bilimi dersime giren öğretim üyesiydi.

Kemalist düşüncenin hoşgörü anıtı bir örnek insandı.

Kalleşler, onu bir ekim günü bomba düzeneğiyle aramızdan aldı.

Ölümünün üzerinden 17 yıl geçti.

****

1982 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu’na girdiğimde CHP’de Kültür Bakanlığı yaptığı için ismini biliyordum.

Siyaset biliminin kurucularından M. Duverger’i ondan öğrendik.

Bağnaz olmayan Kemalist düşüncenin temsilcilerinden biriydi Ahmet Taner Kışlalı…

Marksist düşüncelerle okula gelen bizlere son derece hoşgörüyle yaklaşır ve derslerde WillyBrant’ın meşhur sözünü aktarırdı “On sekizinde iyi bir komünist olmayan, otuzunda iyi bir sosyal demokrat olamaz” derdi.

*****

Kişisel tarihimdeki özel yerine daha önce anlatmıştım.

Farklı düşünceler taşıyorduk ama asistan olma isteğimi karşılık, “İngilizce öğren gel” demişti bana…

Çünkü o farkındaydı ki, “Entelektüel koca bir orman içinde ağaçları tek tek fark edebilendir.”

 

*****

 

Yaşama ustadı Ünsal Oskay…

 

Ekim ayında ölen bir başka değerli hocamız Prof. Dr. Ünsal Oskay’dı.

Kitle İletişim Kuramları” dersimizin hocasıydı.

Onun derslerini hiç birimiz kaçırmak istemezdik.

Hem güldürür hem düşündürürdü.

Bir öğrencisi,zamanın ruhuna aykırı bir insan olan Ünsal hocamızı çok güzel anlatmış…

Keşke hocamızı ben bu kadar güzel anlatabilmiş olsam…

Bu güzel yazıyı özetleyerek sizinle paylaşmak istiyorum:

“Ünsal Oskay, 1960’larda olgunlaşan entelektüel neslin en nadide üyelerindendir. Türkiye’de iletişim bilimlerinin kurucusudur. Frankfurt Okulu’nu Türkiye’ye tanıtan ve öğreten öncü bir entelektüeldir. Marksist bir toplumbilimcidir. Ders anlattığı sınıfları doldurup taşıran büyüleyici bir hocadır. Tanış olanların etkisine kapılıp gittiği sıra dışı bir insandır.”

*****

Benim bir hocam vardı, var olmanın zengin bir deneyim olduğundan söz eder ve bu dünyanın vasat siyasetçilerden, grotesk bürokratlardan, şımarık magazin yıldızlarından ibaret olmadığını söyleyip, bunların dünyasının yanında kendimize Shakespeare’den, Cervantes’ten, Âşık Veysel’den, Marquez’den oluşan başka bir dünya inşa edebileceğimizi, etmemiz gerektiğini söylerdi.”

*****

“Felsefeyi dillerinin ucuyla tadar tatmaz filozof rolü yapanların nasıl büyük bir felaket olduğundan yakınıyordu Romalı Epiktetos. ‘Önce kendini ıslah et’ diyordu; ‘Sonra insanlara felsefenin ıslah ettiği bir adam göster.’ Ünsal Hoca, filozof rolü yapmıyordu, felsefenin ıslah ettiği bir adam gösteriyordu bize”

******

Ünsal Oskay, kendini bilgiyle ıslah etmiş bir adamdı.

Yeryüzünde çok az insan kendini bu şekilde ıslah edebilir.

*****

“O muazzam bilgisiyle, kısacık boyuna rağmen, dallı budaklı kocaman bir ağaca benzerdi. Bu dünyanın hiçbir alanı, gerek yaşamak gerekse bilmek ve eleştirmek için, ona kapalı değildi, dallarıyla her yere uzanırdı. On altıncı yüzyılda Marsilya ile İskenderiye arasında gidip gelen ticaret gemilerinin yük kapasiteleri ve hız limitlerinden Rumların musakkayı pişirme biçimlerine, Kuzey Afrikalı kadınların olağanüstü güzellikteki kalçalarından Baudelaire şiirindeki alegorik anlatıya, Aztekler’in çapa tarımcılığından Adorno’nun Kant’ın ahlâk felsefesi eleştirisine varıncaya kadar her yere sokulabilir, her yerden izlenim toplayabilirdi. Bütün bunları insanın yeryüzündeki maceralarına duyduğu büyük ‘tecessüs’, evet bu kelimeyi çok severdi, tecessüs (merak) ile bilirdi.”

******

“Beslendiği bütün kaynaklar, hayranlıkla okuduğu bütün kitaplar onu değiştirme arzusu duyduğu berbat gerçekliğe bağlamıştı. Teorisi, hiçbir zaman ve hiçbir yerde, yaşanan gerçekliğin, yani işitilebilen, görülebilen, elle dokunulabilen şeylerin alanını aşmazdı, aşmadı. Ama bu alan içinde öyle bir bağlam oluşturma ve bunu ifade etme mükemmelliğine ulaşmıştı ki! İtalyan Galile’nin teleskobuyla Samatyalı Halil’in dürbünle komşunun alımlı karısını dikizlemesi arasında kurduğu insani/tarihsel bağı asla yadırgamazsınız mesela, ikna olursunuz. Bilginin göz kamaştırıcı etkisi değildir ama bunun sebebi. Aksine, bilim, tarih, sanat, siyaset, felsefe, edebiyat alanlarını somut dünya üzerinde bir an içinde seri biçimde kat eden bu zekâ sıçramaları karşısında gözlerimiz her şeyi çok iyi görebilecek şekilde apaçıktır”

*****

“Aydınına hoyrat memleketinin istikrar içindeki hal ve gidişi, okumaya ve bilgilenmeye şüpheyle bakmasına neden olmadı. ‘Entelektüelin hası, yenilginin ne demek olduğunu iyi bilen toplumlardan çıkar’ diyordu. Kendi varoluşu bunun ispatıydı. Yok oluşuna razı olamayacağımız eski bir türün son örneğiydi. Ölümünün ardından oğlu Çınar (Oskay) bir temennide bulunmuştu, yürekten paylaşıyorum: “Eğer gerçekten bir Tanrı varsa, ondan tek bir isteğim var… Babamı Melville’in, Cervantes’in, Ece Ayhan’ın, Âşık Veysel’in, Baudelaire’in, Walter Benjamin’in yanına götürsün. Babamın başını okşasınlar. Ona sarılsınlar.”

Loading