Ana Sayfa Yüksel Baysal - Serbest Yazılar Bir ilahiyatçının din-devlet ilişkilerine bakış açısı!

Bir ilahiyatçının din-devlet ilişkilerine bakış açısı!

Kendini İslamcı diye niteleyen kesim eskiden okurdu.
Şimdi okumak, düşünmek, analiz etmek, sorgulamak yerine yukarıdan gelen sözleri tekrarlamakla yetiniyorlar.
Üst akıl onları esir almış durumda…
****
“Sahabe Dönemi İktidar Kavgası” adlı kitabından söz edeceğim size…
İlahiyatçı Profesör Ahmet Akbulut’un bu kitabını okuyup özümseyenlerin, bugünkü gidişata ve de yaşam tarzına ilişkin tartışmalara itiraz etmesi gerektiğini düşünüyorum.
Öyle anlaşılıyor ki, bunlar ya susturulmuşlar ya kan kusturulmuşlar!

****

Şu cümlelere bakar mısınız?
İnsanın fıtratından kaynaklanan üç temel alan vardır. Bunlar, dini alan, ilmi alan ve siyasal alan… Yüce Allah, bireyle sınırlı olan dini alanın ilkelerini belirlemiş ve diğer alanı yani ilim ve siyasal alanları insanın aklına, araştırmasına, geliştirmesine, sorgulamasına bırakmıştır.

Ne kadar açık ve net bir anlatım değil mi?
Ancak, fakat, ama, lakin, öte yandan denilebilir mi?

****

Bir alt paragrafta bu düşünceyi daha da anlamlı kılan sözler var:
“Dinde otorite; Allah, siyasette otorite; egemen olan bireylerin vekil tayin ettiği insandır.”
Demokrasinin, İslam düşüncesindeki yeri ve ağırlığı bundan daha iyi anlatılabilir mi?
Var mı itirazı olan?

****

Düzce İmam Hatip Okulu’ndan mezun, önce Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni, ardından Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitiren Ahmet Akbulut, uzun yıllar Diyanet İşleri Başkanlığı’nda müftü olarak çalıştı. Akbulut, daha sonra İlahiyat Fakültesi Kelam ve İslam Felsefesi bölümünde asistan olarak işe başladı. Halen aynı fakültede Temel İslam Bilimleri Kelam Ana Bilim Dalı öğretim üyesi olarak çalışıyor.
Bu uzun özgeçmişi şunun için yazının tam ortasına oturttum; bu konunun uzmanı bir isim var karşımızda, yazdıkları buna göre değerlendirilsin!

****

Ahmet Akbulut başka çok önemli şeyler de söylüyor kitapta:
Müslümanların duygularına değil, akıllarına hitap etmek durumundayız.”
“Bilgi zemini uzlaştırır, iman zemini çatıştırır. Unutmamak gerekir ki insanlar bilgileri uğruna değil, inançları uğruna savaşırlar. Kuran’ın önerisi de bilgi temeline dayanan imandır.
“Müslüman birey ile Kuran arasına Müslüman geleneği girmiştir.”
Gelenekçi Müslüman zihin, toplumsal algıdan hareketle geçmiş nesilleri değerlendirmekte ve idealleştirmektedir. Geçmişten ders alan bir yaklaşım yerine, geçmişe öykünen bir zihin modeli gelişmiştir. Bu yapı siyasi bilinçaltının kurgusudur. Çünkü siyasi alanda gelenek ve gelenek içinde ortaya çıkan sembol liderler, gerçek lider açısından bir tehlike oluşturmaz, aksine gerçek liderin işini kolaylaştırır. Bu sebeple siyasal zihin sürekli geçmişe öykünen ve mazideki liderleri yücelten algıdan yana durmaktadır.”
Geçmişin güdümünden paçasını kurtarmış olan bir Müslüman’ı şaşkınlığa ve hayrete düşürecek en önemli konu, Hz. Peygamber’in vefatından kısa bir süre sonra bir kısım sahabenin birbirini öldürecek kadar siyasi çatışmalara girmiş olmalarıdır.”
Algılardan değil olgulardan hareketle kanıtların bizi götürdüğü yere gitmek gerekmektedir.”
Amacımız geleneğe sadakat değil, yalnız doğruyu ortaya koymak olmalıdır.”
“Toplumların bilinçaltını, o toplumların tarihleri oluşturur.”
“Siyasal zihnin ürettiği sorunları çözemediğimizden, bu sorunlar gittikçe derinleşmiş ve kökleşmiştir. Müslüman zihni geleceği, geçmişinde aramaktadır. Üstelik bunu ideal nesiller söylemi ile süslemektedir. Geçmişin yolundan yürümeyi din zannetmektedir.

*****

Yazımı son günlerde sosyal medyada dolanan Fatih Sultan Mehmet’e ait olduğu öne sürülen sözlerle tamamlayayım:
İnsanlara ‘Dinin ne, namaz kılıyor musun, oruç tutuyor musun’ diye Allah’ın soracağı sorular sormayacaksınız. İnsanlara ‘Aç mısınız, ne ihtiyacınız var, bir sorun var mı’ gibi kulun soracağı soruları soracaksınız.”
——————–
FATİH SULTAN MEHMET’İN FERMANI!

Bosna gezisi sırasında Fatih Sultan Mehmet’in gönderdiği fermanı görmüştüm.
Bir Fatih’in sözlerine bakın, bir de bugünkü Türkiye’de Fatih’i izlediğini söyleyen, adam döven, dövdüren, hapishanelere insanları dolduranlara:
Hiç kimse ne bu adı geçen insanları ne de onların kiliselerini rahatsız etmesin ve zarar vermesin. İmparatorluğumda huzur içerisinde yaşasınlar ve bu göçmen durumuna düşen insanlar özgür ve güvenlik içerisinde yaşasınlar. Devletimdeki tüm memleketlere dönüp korkusuzca kendi manastırlarına yerleşsinler.
Ne padişahlık eşrâfından, ne vezirlerden veya memurlardan, ne hizmetkârlarımdan, ne de ülkemin vatandaşlarından hiç kimse bu insanların onurunu kırmayacak ve onlara zarar vermeyecektir.
Hiç kimse bu insanların hayatlarına, mallarına ve kiliselerine saldırmasın, hor görmesin veya tehlikeye atmasın. Hatta bu insanlar başka ülkelerden devletime birisini getirirse onlar da aynı haklara sahiptir.”

 

Loading