Ana Sayfa Fotoğraflar Güney Ege’de saklı bir cennet Doğanbey!

Güney Ege’de saklı bir cennet Doğanbey!

Ege’nin topraklarında derin acılar ve hüzünler bırakan mübadele öykülerinden birinin daha en canlı haliyle yaşandığı, dağların arasına saklanmış bir köy…

İçinde ne anılar saklı olduğunu asla bilemeyeceğimiz güzelim taş evleri, Arnavut kaldırımlı yolları, derin mavinin yani kıymetlim Ege denizinin uzaktan koruyup kolladığı Doğanbey…

Ege’nin birçok yerinde karşımıza çıktığı gibi denizi uzaktan seyreden bir tepeye sırtını dayamış taş evlerle dolu bir köyde, bir zamanlar Rumların yaşadığını anlamak için bir bilene sormaya gerek yok elbette…

1923’e kadar üzüm, şarap, zeytin, zeytinyağı ve balıkçılıkla geçinen Rumların mübadele ile Yunanistan’a, Yunanistan’daki Türklerin de Anadolu topraklarına gönderilmesiyle tarih sayfasına adı yazılmış olur Doğanbey köyünün…

Yunanistan’dan gelen Türkler buralara yerleşir yerleşmesine ancak üretim şartları uymaz bu yeni topraklarına…

Onlar ova tarımı yapmayı, tütün bakliyat yetiştirmeyi biliyorlardır çünkü…

Bir süre sonra devletten ovada topraklar isterler ve yeni Doğanbey köyü kurulur.

Rumların terk ettiği evleri bu kez Türkler terk eder.

Bir süre sonra gezginler burayı keşfetmeye başlayınca da satarlar evlerini…

İş dünyasından pek çok bildik ismin buralarda ev sahibi olduğunu duymak bizi şaşırtmadı elbette…

Ortasından geçen ırmakla ikiye bölünen bu köyde 1890’larda yapılmış olan hastane binasının bugün ziyaretçi danışma merkezi olduğunu öğrenince ayrıntılar için binaya giriyor ve Nevzat Cankurt ile tanışıyoruz.

Orman Mühendisi, Rehber ve hem işini hem Doğanbey’i çok seven dost canlısı bir Aydınlı…

Doğanbey’in Dilek Yarımadası ve Büyük Menderes Deltası Milli Parkı içinde olduğunu öğreniyoruz Nevzat Bey’den.

Eteklerinde kurulduğu Samson dağının en yüksek noktasındaki Dilek tepesinden alıyor adını…

Endemik bitkilere, göçmen kuşlara, nesli tükenmek üzere olan yaban hayvanlarına ev sahipliği yapan Milli Park’ın büyüklüğünden daha çok şaşırtan bir şey oluyor bizi… Her şeyin koruma ve kayıt altına alınması, bölgede yaşayan her türlü canlı hakkında bilgi veren bir arşivlerinin bulunması ve kütüphaneleri olması…

Köyün dışında, tek katlı ve bir yüzünü dağa öbür yüzünü deniz dönmüş, bir dönem hastane ,sonra okul olarak kullanılmış, içinde taşıdığı anılardan olsa gerek heybetini ve ihtişamını yitirmemiş taş bina…

Binanın denize bakan tarafında kim bilir kimin diktiği, kocaman münevver ağacının bu köyü ve Milli Parkı koruduğunu geçiriyorum içimden…

Buralarda münevver ağacının tohumundan üzerlik denilen ve nazara koruduğu düşünülen aksesuarlar yapıldığını annemden öğrenmiştim.

Zaten münevver ağacını da önce annem fark etti ve bana gösterdi.

Kafeye dönüştürülmüş bir taş evde Türk kahvelerimizi Rum evlerine bakarak içerken; İspanya’dan kesin dönüş yaparak köye yerleşen mekan sahibi Abdullah beyle sohbet ediyoruz.

“Çok kalabalık olmasın buralar” diyor, “Biz bu sakinliği, sizin gibi arada sırada gelen az sayıdaki misafiri seviyoruz.”

İşte tam da benim çelişkim…

Bir yanım “Herkes bilsin, bu güzellikleri herkes görsün, gizli kalmasın” derken, bir yanım “İyi de” diyor, “Ya zarar görürse, ya her şey ticarete dökülür de bu taşlara sinmiş ruh kaybolursa…”

Karar veremedim, yazmadan da duramadım.

Doğanbey köyünü, denizle beraber onu koruyan münevver ağacına emanet edip, Nevzat beyin önerisiyle Karina’ya doğru yola çıktı.

Her gezi öncesinde olduğu gibi bu gezide de  araştırma yapmış, Karina hakkında biraz fikir sahibi olmuştuk.  Karina, bize beklediğimizin ötesini verdi dersem abartmış olmam…

Doğanbey’den yaklaşık 6 kilometrelik bir yolculuktan sonra bir tepeyi aşar aşmaz, solumuzda denizi, karşımızda karanın ve yolun bittiği küçük koyda gizlenmiş gibi duran taş binaları gördük.

Hepsi balık restoranı haline getirilmiş, eski gümrük binalarıydı bunlar…

Küçük, sevimli, olağanüstü, eğlenceli, neşeli bir yer…

Karşımızdaki ada Eşek adası, burnu dönünce ise Samos adası görünüyor.

Yunanistan’a en yakın olduğumuz kara sınırı…

Babamın telefonuna GSM operatöründen gelen mesaj da bunu kanıtlıyor:

“Yunanistan’a hoş geldiniz!”

Öğreniyoruz ki, yaklaşık 1,5 kilometrelik uzaklıktaki Samos’a Zodyaklarıyla giden Türkler, oradaki Yunan arkadaşlarının restoranlarında yiyip içip alış-veriş yapıp dönüyor, polis göz yumuyor, Yunanlılar da bu tarafa geliyor.

Şehir efsanesi de olması muhtemel bu hikaye, “sınırsız dünyanın” keyfini düşünce de olsa yaşatıyor bize…

Ütopik bulduysanız daha gerçekçi bir cümle kurabilirim sizin için:

Karina’da Avrupa Birliği’ne girmiş oluyorsunuz!

 

Loading