Ana Sayfa Melike Baysal Yazıları Selimiye’nin Koruyucu Tanrıçası Euromos

Selimiye’nin Koruyucu Tanrıçası Euromos

Marquez, “insanların yaşlandıkları için hayallerinin peşinden koşmayı bıraktıkları doğru değildir, onlar, hayallerinin peşinden koşmayı bıraktıkları için yaşlandılar” dediği için midir bilmem, ben hayal kurmayı hiç bırakmadım.

En çok da antik kentlerde hayal kurarım.

Gözlerimi kapatıp elimi sütunlardan ya da duvarlardan birine dayadığımda kentin insanları ile birlikte yaşadığı zamanlarına giderim.

Bunu yapmayı çocukken öğrenmiş olabilirim. Tıpkı Marquez gibi; çocukluğumu hep yanımda taşıdım yaşamım boyunca, elini bırakmaya da hiç niyetim yok…

Sanırım doğduğum Ege kasabası Milas-Selimiye’nin birkaç yüz metre dışındaki Euromos’ta kurdum ilk hayallerimi. Bizim oralarda Şubat ayının ortalarında topraktan fışkırıp baharı müjdelerken, bir yandan da toprağı  rengarenk bir halıya benzeten anemonları yani dağ lalelerini toplamaya giderdik Ayaklı diye bildiğimiz Euromos’a. Yüz yıllara meydan okuyarak bugüne gelen İyon sütunlarından aldı herhalde bu adı; biz de hep Ayaklı diye bildik.

Üniversite için kasabamdan ayrılıp Bursa’da yaşamaya başladığımda en çok, kıyısında başka bir antik kentin, Latmos’un yani Kapıkırı’nın yaşadığı Bafa Gölü’nü, Selimiye’nin sabahlarını ve bir de Euromos’u özlediğimi fark etmeye başladım. Tatil için her gittiğimde, kendi haline bırakılmış, yıllar boyunca tek bir kazının yapılmadığı, yaşanmışlıkları tüm gerçekliğiyle gözümüzün önünde dururken, görmezden gelinen Euromos’un topraklı yolunda dolaştım, sütunlarını sevip okşadım, farklı gözle bakıp yeni bir şeyler görmeye çalıştım. En arkadaki sütunun önünde uzun uzun durdum; gözlerimi sütunun en üstündeki aslan başına dikip, gerçekten anlatıldığı gibi  Milas’taki Baltalı Kapı’ya bakıp bakmadığını anlamaya çalıştım.

Aramızdaki bu bağı şimdi anlamlandırdığımda şöyle diyebilirim:

’’Selimiye’nin koruyucu tanrıçasıydı Euromos!’’

Öyle seviyorum, öyle benimsiyorum ki, bu kadim kenti bir ‘’dişi’’ olarak düşünmeyi tercih ediyorum…

Birkaç sene önce, benim gibi antik kent aşığı sevgilimle Anadolu’nun tüm antik kentlerini gezme kararı aldık. Ve o kentler için tarihe not bırakmalıyız diye düşünüp, birkaç satır karalamaya karar verdik. Her seyahatimizde mutlaka bir antik kent gezdik, tarihini okuduk, öğrendik, yazdık. İstisnası Euromos oldu. Bir türlü elim gitmedi yazmaya. Duygularımın, varlığının bende yarattığı mutluluğun, eski bir kente atfettiğim bu büyük anlamın hakkını verememekten korktum. İlginçtir ki, antik kentleri anlatan  birçok kaynakta Euromos hakkında bilgi ya da yazı yok denecek kadar azdı. Ta ki 2011 yılında kazılar yeniden başlayıncaya kadar.  Arkeoloji siteleri, gezginlerin artması ve internetin bilgiye ulaşmayı kolaylaştırması sayesinde, adına biraz daha fazla rastlıyorum artık ve bu benim açımdan sevindirici .

Birkaç sene önce, Azra Erhat’ın Mavi Anadolu’sunu okurken çok heyecanlanmıştım, Euromos’tan bahseden satırlara ulaşmak için bir yandan sayfaları hızlıca çevirmek istiyor, bir yandan da sabırla tutuyordum kendimi. Bodrum’u, Bodrum yapan Cevat Şakir Kabaağaçlı, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Sebahattin Eyüboğlu ve başka bazı arkadaşları ile yaptıkları Batı Anadolu ve özellikle Bodrum turlarını anlattığı kitabında, çok ilginçtir ki, birçok yeri ayrıntıları ile anlatırken, Euromos’tan sadece adını anarak bahseder Azra Erhat. Çünkü tam Euromos’a gidecekleri gün, onları götürecek olan jip bozulmuştur ki o dönemde yolculuk yeterince zorludur ve araç bulmak neredeyse imkansızdır. Benim gönül bağım olan birkaç yazar ve şairden biri olan Azra Erhat’ın da benim tanrıçamdan bahsetmemesini sıradan bir tesadüf olarak değerlendirmedim. Diğerlerini de anmalıyım sırası gelmişken. Cevat Şakir, Nazım Hikmet, Gabriel Garcia Marquez’in kitapları başucumda hep durur, onların varlığı nedense huzur verir bana…

Velhasılı Euromos bekler durur orada, O’nu ben yazayım diye sanki.  Ben de bugün, tam bu saatlerde, Euromos’tan kilometrelerce uzakta, yine bir antik kentin kucağında, Kaz Dağları’nın eteğindeki Antandros yani Altınoluk’ta, Ege Denizi’ne bakarken harflerle konuşup anmak istedim Euromos’u.

En son kazılar 1975’te yapılmış Euromos’ta ve 2011 yılına bir daha el değmemiş, tam 36 yıl boyunca kendi haline bırakılmış bu Anadolu’nun en iyi korunmuş tapınağı. ‘Korunmuş’’ tabiri durum tespiti elbette, yoksa insan eliyle, kıymet bilirlikten korunduğu falan yok. Öyle mucizevi bir coğrafyada, öyle sağlam yapılmış ki kendi kendini korumuş Zeus Lepsynos Tapınağı.  Yani bizim Ayaklı diye isim takmamıza sebep olan, Kızılbayır Dağı’nın eteklerine, M.S 2.yy’da,  Korinth düzeninde yapılmış olan bu tapınak. O kadar iyi korumuş ki kendini, o dönemde yapılan 17 sütundan 16 tanesi bugüne gelebilmiş. Yani tam 1900 sene yaşamış ve Baltalı Zeus’a adanmış…

İnsanlar nedense kendilerine bir kök arama ihtiyacı içinde hep. Belki de varlığını anlamlandırmaya çalışırken somut bir veriye ihtiyaç duyuyordur. İşte böyle düşününce, ben de atalarımın Karia’lılar olduğunu düşünüyorum ki aslında doğduğum bu topraklarda yaşam Geç Geometrik Dönem adı verilen M.Ö 725-700 yılları arasında başlamış ve Bizans Dönemi’ne kadar kesintisiz devam etmiştir. Yani bugün toprağın üstünde, tüm ihtişamıyla yükselen sütunlar M.S 2.yy’da yapılmış ancak kent 2700 yaşını çoktan devirmiş…

Euromos’un adının Kyromos, Hyromos, Europos olarak kullanıldığından bahsediyor kaynaklar. Ve kentte Makedon, Mısır ve Suriye egmenliklerinden, M.Ö 188 Apameia Anlaşması ile Karia’nın geri kalanı gibi Euromos da Rodoslular’a devredilmiştir. Genelde olduğu gibi, Euromos da en parlak günlerini Roma döneminde yaşamıştır. O kadar ki, üzerinde Zeus’un resmi olan sikkeler bastırarak kent adını duyurmuştur.

2700 yaşındaki bu kentin bugüne ulaşan tek sakini tapınak değil elbette. Mesela kuzey ve güney nekropolleri gün yüzüne çıkarılmıştır. Yani arkeolojik kentlerin mezarlıkları, toplu mezar alanları. Mezar, bugün düşününce birçoğumuza ölümü çağrıştırıyor olabilir ki zaten kelime anlamı Yunanca’da ‘’ölü şehir (necropolis)’’ demektir, benim için tam tersi bir durumu ifade ediyor. O kentte bir zamanlar insanların yaşadığının kanıtıdır mezarların bulunması. Kim bilir ne sebepten yaşamını yitiren antik kentin insanları!

2011’den sonra yapılan kazılarla, yıllarca etrafta savrulup atılmış gibi duran kaya parçalarının izini süren arkeologlar, agorayı yani pazar yerini, hamamı, surları ve şapeli ortaya çıkardılar. Böylece anlaşıldı ki Kızılbayır Dağı’nın kucağında, benim küçük ve güzel kasabamın yanı başında bir hazine bekliyor gün yüzüne çıkabilmek için. Bahçesinde laleler topladığımız tapınağın, koca bir kentin çok küçük bir parçası olabileceğini hayal edemeyecek kadar küçük yaşlarda tanıştığım Euromos’u, umarım Karyalılar’ın da gördüğü haliyle görebilirim bir gün!

Yolunuz bir gün oralara düşerse demeyeceğim, Bodrum’a giderken içinden geçtiğiniz Selimiye’nin sadece 1 kilometre dışındaki bu antik kente mutlaka uğrayın diyeceğim. Sütunları görün, taşlara dokunun, gökyüzüne bakmayı ihmal etmeyin çünkü bizim oralarda gökyüzü mavinin en güzel tonlarına sahiptir. Ben Euromos’a her gittiğimde hep baktım gökyüzüne ve derin derin nefes aldım, etraftaki asırlık zeytin ağaçlarının, bitki örtüsünün, yöreye has çiçeklerin kokusunu her bir hücreme taşıyabilmek için. Hatta Selimiye’ye de uğrayın, cumartesi ise mutlaka pazarına gidin, görebileceğiniz en güler yüzlü ve sıcakkanlı  insanların sattığı görebileceğiniz en taze sebze meyveyi alın, yöremize özgü o tatlı şiveyi dinleyin, restore edilen eski hamamı görün, zeytin, zeytinyağı ve zeytinyağı sabunu alın, yolda yürürken herhangi birine selam verin ve selamınızı nasıl içtenlikle alıp karşılık verdiğine şahit olun. Bir de benden çoook çoook selam söyleyin…

NOT:Yazıyı bitirdikten sonra, kaynakları tekrar tararken rastladığım bilgiyi de not düşmeliydim bu yazıya.  Bilge Umar’ın kentin bir dönem adı olan Kyromos’un ‘’yüce ana, Yüce Tanrıça’nın halkı’’ anlamına geldiğini söylemesi tatlı bir tesadüften ibarettir muhtemelen. Akıl çağında yaşarken, geçmişin izlerinin Bilge Umar’a ve bana aynı zaman diliminde yaşamışçasına, aynı şeyleri hissettirmiş olması mümkün olamaz, değil mi?

Loading