Ana Sayfa Melike Baysal Yazıları Bir mekan, bir insan, bir ulus!

Bir mekan, bir insan, bir ulus!

Değerli büyüğüm,

Mektubumda size nasıl hitap etmem gerektiğini çok düşündüm. Hak ettiğiniz büyük saygı nedeniyle ‘’siz’’ demek uygundu belki ama siz sanki benim bebekliğimden itibaren elinde büyüdüğüm, kucağından inmediğim, birlikte oyunlar oynadığım bir aile büyüğüm gibisiniz aynı zamanda, büyük bir sevgi ve yakınlık duyduğum. İşte bu nedenle, aramızdaki mesafeyi kaldırmak için ‘’sen’’ diye hitap etmeye karar verdim.

Bu sana ilk mektubum, umarım yüreğimden geçen her şeyi kelimelerime dökebilirim.

Aslında seni anlatacaktım ama cesaret edemedim; başkalarına seni anlatırken eksik anlatırım da sana haksızlık ederim diye korktum. Ben de içimden geçenleri mektupla sana anlatmayı uygun buldum. Çünkü sen anlarsın, anlatmak isteyip de anlatamadıklarımı da anlarsın diye düşündüm.

Kurban bayramını geçirdik.  Sana muhtemelen çok anlamsız ve yanlış gelir ama ülkede 9 günlük tatil oldu ve herkes bir yerlere gitti. Kimi memleketine yolcu oldu; anne babasıyla, akrabalarıyla bir arada geçirdi tatilini. Kim bilir ne zamandır göremediği çocukluğunun geçtiği toprakları gördü, anılarını tazeledi, memleketten ayrılmamış arkadaşlarıyla hasret giderdi.

Kimi de tatile gitti sahil kentlerine. Nüfusunun kim bilir kaç katına çıkan küçük sahil kentlerinde, kasabalarında adına otel denen dört duvara hapsolup, kalabalıktan insanların birbirine değdiği sahillerde denizde ıslanıp şezlongta akşama kadar amaçsızca yatarak adına tatil denen eylemi gerçekleştirdiğini sandı.

Ben de memleketinde bayram geçirenlerdenim. Ama ben hem ailemle birlikteyim, hem çocukluğumun geçtiği topraklarda akrabalarımla, arkadaşlarımla görüştüm, hem de tatil yaptım. Üstelik bir otelin dört duvarı arasına sıkışmadan… Çünkü ben tanrının bir lütfu olarak Ege topraklarında doğdum.

Yani seninle karşılıklı kıyıların ortak denizinin çocuğuyuz. Farklı zamanlarda, aynı gökyüzünün mavisinde geçmiş çocukluğumuz. Sen çok erken ayrılmışsın bu güzel topraklardan, şanssız da bir çocukluk geçirmişsin. Hoş, gençliğini de yaşayamamışsın ya, neyse… Bütün bunların üstüne, bu topraklara bir daha geri dönememen, Ege’nin mavisine hasret ölmen de acıtır benim içimi!

EGE’NİN KIYISINDAN BİR KADININ YAZDIĞI MEKTUP!

Sana bu mektubu da Ege’den yazıyorum. 43 yaşındayım, veteriner hekimim, muayenehanem var, yani senin anlayacağın meslek sahibi bir kadınım ve kendi işimi yönetiyorum. Evliyim ama evli olmasam da kendi başıma yaşayabilecek gücüm, cesaretim var, haklarım var ve haklarımın da farkındayım. Zaten eşimi de tüm bunların farkında olduğu ve bunlar için beni sevdi diye seviyorum en çok… Bütün bunları sana anlatıyorum çünkü duydukça nasıl keyiflendiğini hayal ediyorum. Ama daha bitmedi sana anlatacaklarım. Mesela kitap okumayı da çok seviyorum, seyahat etmeyi ve yazmayı da. Benim gibi çok kadın arkadaşım var, biliyor musun? Kendi ayakları üstünde duran kadınlar. Bir sevgilileri olduğu zaman da kendi olmak için mücadele eden, kaderlerini değiştirmek için savaşan, hatta kaderini değiştiremeyen kadınların da hayatını değiştirebilen kadın arkadaşlarım var… Evet evet, hepsi bu topraklarda.

Bir bilsen nasıl farkındayız bize sunulan güzel yaşamın, haklarımızın, önce insan olmanın bilincinde olmanın harikulade güzelliğini… Artık kimsenin bize herhangi bir şeyi dayatmasına izin vermiyoruz, ‘’Biz kendi hayatımız için en doğrusunu biliyoruz ‘’ diyebiliyor ve kendimiz için, kendi çizdiğimiz yollarda yürüyoruz. Bundan korkan, bizim gibi kadınlardan korkan kadınları ve erkekleri umursamıyoruz. Çünkü onlar aslında bizden değil, onların yapamadığını yapıyor olmamızdan korktuğunu biliyoruz. Bazı insanlar içinde bulundukları şartları değiştirebileceklerinin bile farkında olmadan yaşayıp gidiyorlar çünkü…

Ama sen bu durumu çok iyi bilirsin, çünkü sen de sana dayatılanı yaşamamış, değiştirmek için yola çıkmış, sonuçta yalnız kendi yaşamını değil, koca bir ülkenin yaşamını değiştirmişsin. Hatta başka ülkelerin de…

Bunları okudukça keyfin yerine geliyor, biliyorum. Çünkü hem senin gibi mücadeleci insanların varlığını görüyorsun, hem de bir ömrü feda ettiğin mücadelenin boşa olmadığını fark ediyorsun…

Elbette seni mutsuz eden çok şey de var, biliyorum ama bugün bunlardan bahsetmeyeceğim, seninle güzel şeyler konuşalım istiyorum.

 

YOKSA O GÜVERCİN SEN MİYDİN BÜYÜK İNSAN?

O gün, seni ziyarete geldiğimde gördüğüm güvercin sen miydin diye düşünüyorum hala…

Sonsuzluğu yaşadığın o yerin kapısının önünde ne çok ağladığımı gördün de onun için mi geldin? O kapının önüne gelene kadar neler neler gördüğümü anlatayım mı önce sana?

Büyük bir minnetle teşekkür ettiğim bazı insanlar senin için çok özel şeyler yapmışlar. Bindiğin arabaları camekanların içinde saklamışlar mesela… Hatırlarsın, tören arabası olarak kullandığın, 1934 model şahane bir Lincoln. İçinde frağın, beyaz eldivenlerin ve şapkanla hayal ettim seni. Bunları da korumuşlar, biliyor musun? Özel camekanlı alanların içinde duruyor giydiğin bu tören kıyafetlerin. Günlük hayatında kullandığın kazağını, pantolonlarını, saten pijamalarını da gördüm… Ne kadar şık giyiniyormuşsun! Şapkalarına bayıldım, eldivenlerine ve paltolarına da…

Yaşamının değişik zamanlarına eşlik eden birçok insanın yaşam öyküleri, fotoğrafları da kayıt altında. Seninle aynı düşünen, aynı düşünmediği anlarda bile senin ileri görüşlülüğünü bilip seninle aynı yolda yürüyen, yaşamını senin ortaya koyduğun idealler uğruna ortaya koyan, seninle birlikte savaşan o güzel insanları da unutmamışlar. Hepsinin tek tek fotoğraflı yaşam öykülerini de yazıp tarihin sonsuzluğuna bırakmışlar unutulmamak üzere… İnanmayacaksın ama köpeğin bile oradaydı!

Sahip olduğun madalyalar tek tek yerleştirilmiş korunaklı bölmelere. Hangi madalyayı nerede kazandığın da anlatılıyor. Yıllarca seni birçok kişiden dinledim, pek çok kitapta okudum ama seni en çok bu son ziyarette tanıdım. Senin için yapılan bu mekan çok büyük ve çok özel bir yer, saatlerce gezmek gerek. Hiçbir ayrıntıyı unutmak istemedikleri, seninle uzaktan yakından ilgili her şeyi, büyük bir özenle kayıt altına almak istedikleri, seni ne kadar önemsedikleri ve sevdikleri o kadar belli ki… Uzun koridorlarda, en ufak ayrıntıyı gözden kaçırmamaya çalışarak ilerlerken, içimden onlara kaç kez teşekkür ettim, varlıklarına kaç kez şükrettim hatırlamıyorum. Seni unutturmamak, tanıtmak için ne gerekiyorsa yapılmış, üstelik de son derece incelikli, zevkli bir bütünlük içinde. Eminim görseydin sen de bunları önemserdin.

Sana anlatmak istediğim en önemli ayrıntılardan biri de seni ve sana ait hatıraları korumak için orada görevli askerler. Her biri adeta mermerden özenle yontulmuş birer bir heykel gibi… Yakışıklı, incecik, fidan gibi, gencecik ana kuzuları! Senin kader birliği yaptığın ‘’kınalı kuzular’’ın torunları! Şimdi, güneş, rüzgar, soğuk, sıcak dinlemeden, tıpkı sizlerin her şartta gelecek için yaptığınız askerlik gibi, onlar da bugünleri sağlayan geçmişlerini ve geleceklerini korumak için yapıyorlar askerliklerini.

PADİŞAHIN KULLARINI YURTTAŞ, KADINLARI İSE İNSAN YAPAN ADAM!

Ahh, neredeyse kadınlardan bahsetmeyi unutuyordum sana… Senin varlığından en çok etkilenenleri, kadınları anlatmayı unuttum. Senin bu dünyaya geliş sebebin, elbet bir toplumu özgürlüğüne kavuşturmak olabilir ilk bakışta. Ama asıl olarak, bu dünyada var olan iki cinsiyetten diğerine bir vücut kazandırdın sen. Yok sayılanı var yaptın. Kadını yok sayan erkek zihniyetini, var olmak için kadının zihnine, bilgisine, onayına ve oyuna muhtaç bıraktın. İşte seninle birlikte var olan ‘’insan’’ın diğer cinsiyetinin geçirdiği değişim, kendini bulması, sahip olduğu kişiliği ve aklı kullanarak neler yapabildiği de özel olarak vurgulanmış senin yattığın yerin hemen çok yakınındaki bir alanda. Nasıl da aklın almıyordu değil mi?  Var olan iki cinsiyet olsun ve biri diğerinden daha değersiz, hatta neredeyse ‘’yok’’ sayılsın! Olmaz denileni oldurdun ve kadını sen yarattın, sen aslında yeni bir dünya yarattın. Keşke bugün beni ve senin sayende yaşamına sahip çıkan kadınları görebilseydin!

Kocaman bir alanda, mozole denen bir kısım var. En çok oraya gidiliyor. Onun 7 metre kadar altında bu bahsettiklerim. Belki bilmek seni mutlu eder, çok kalabalıktı, seni görmeye gelen çok kişi vardı. Unutulmuyorsun, hem de sanki her gün daha çok seviliyor, daha çok önemseniyorsun. İşte o mozolenin altında, senin hatıralarının arasında yürürken bir kapının önünde durduk, kapının üstünde senin görüntünde bir büst vardı. Öğrendim ki, o kapının sadece 6 metre gerisinde yatıyormuşsun. Eğer içeri girmeme izin verilse, mezarına dokunabileceğim yani… Nerede uyursan uyu, bir Türk bayrağı görmek istediğin için, Ankara Kalesi’nin burcundaki Türk bayrağını görebilmen için yapılmış büstün…

 

GÖZYAŞLARIMI DUALARIMLA GÖNDERDİM SANA!

İşte ben ilk kez senin çok yakınındaydım Ata’m… Gözyaşlarıyla gönderdim dualarımı sana. Ağlamam seni üzmesin, hani yukarda sana kendimden bahsettim ya, işte benim böyle bir ülkede, bu şartlarda yaşayabilmem için feda ettiğin hayatına minnet borcumdu senin için dökülen gözyaşlarım… Ödeyemem elbette, hiçbirimiz ödeyemeyiz! Bir kişinin kulları olmaya alışmış bir insan topluluğundan, eşit yaşam haklarına sahip bireyler yaratmanı, doğurganlığı olmasa ‘’insan’’ bile sayılmayan kadını, yoktan var etmeni, vatanın her yerini kendine hak gören bir sürü devleti, taşına toprağına, insanına, doğasına sahip çıkarak bu topraklardan göndermeni, yalnızca imparatorluk mensuplarının meslek sahibi olabildiği bir ülkeden, Kasımpaşalı bir fakir çocuğun Cumhurbaşkanı olmasını sağlayacak bir ülke yaratmanı nasıl ödeyelim geri?

Elbette biliyorum karşılık beklemediğini. Çünkü okuduğun kitapları gördüm, Fransızca yazılmış kitapları okumuşsun, hem de yanlarına notlar alarak. Osmanlıca kitapları okumakla yetinmemiş, bir de kitap yazmışsın. O müthiş zekan, hafızan, muhakemen ve öngörünle kendini bilgi ve görgüyle öyle doldurmuşsun ki, dışarı taşanlar bizleri bugünlere getirmiş. Seni övmüyorum, gerçekleri anlatıyorum. Seni sevmeyenler var, sen de biliyorsun. Senin onlara da gülümsediğini biliyorum, çünkü herkes önünde sonunda, Mustafa Kemal Atatürk diyemese de, hiçbir şey için olmasa da sırf kendi için bile ‘’laiklik’’ diyor, yine de seni anıyor.

Ben de bugün, -bazıları farkında olmasa da- senin sayende, ‘’laiklik’’ ile güvence altına alınmış dini bayramı, hemen ardından 30 Ağustos’ta kazandığın zafer bayramını kutluyorum ülkemde özgür bir kadın olarak… En çok senin bayramını kutluyorum. Sonra da senin unutulmaman için Anıtkabir’i yapanların. Bu muazzam yerde, seni, yaptıklarını, sana ait olanları, seninle beraber mücadele edenleri daha yakından görüp tanımamı sağladıkları için, seni muhafaza ettikleri için, varlığının gölgesinin üzerimizden hiç gitmemesini sağladıkları için hepsine minnettarım.

Mektubuma cevap veremeyeceğini biliyorum.

Yine de belki bir güvercin olup gelirsin diye bekleyebilirim değil mi?

Loading