Ana Sayfa Yüksel Baysal - Gazete Yazıları Karadenizlinin gözüyle Karadeniz!

Karadenizlinin gözüyle Karadeniz!

Memleketim…

Geçmişim, çocukluğum, dağlarında ot topladığım, kuru ekmek, soğanla çobanlık yaptığım, zorlu yaşamımın ilk kesiti; değişmek zorunda olduğuna inandığım ilk gençlik yıllarım…

İnsan kıtlığının yaşandığı dört dağın duvar olduğu açık hapishanem…

İşsizliğim…

Belirsizliğim…

Kaçarak, koşarak büyük şehirlere kendimi attığım topraklar…

Şimdi ve ilk kez bu kadar yoğun, bu kadar anlayarak, bu kadar severek ve zorlukları arkamda bırakarak bağrına koştuğum Karadeniz’im…

*****

Bayram öncesi başlayan dört kişilik bir yolculuktu bizimkisi…

Eşim, gezimiz sırasında bu toprakları (sosyal medyada) benden güzel anlatan Melike Baysal, annesi-annemiz Ayşe Soydan, babası-babamız Baydur Soydan

İstekleri minimum, varlıkları maksimum mutluluk katan yeni ailem…

****

Bursa’dan başlayan yolcuğumuzda Karadeniz’deki ilk durağımız Sinop’tu.

Hani şu; düşündüğü, yazdığı, itiraz ettiği için dönemin tek parti iktidarının zulmüne uğrayan, hapishanelere konulan Sabahattin Ali’nin ikinci vatanı…

Kuyucaklı Yusuf, Kürk Mantolu Madonna’nın yazarı…

****

Şehir merkezindeki eski kalenin başka ünlü mahkûmları da vardı kuşkusuz; ancak Sinop zindanında yankılanan ses Sabahattin Ali’ye aitti.

Cezaevinin duvarlarında onun şiirleri, kulağımızda Sabahattin Ali’nin yazdıklarından oluşan türküler vardı.

Edip Akbayram’ın seslendirdiği; “Burda çiçekler açmıyor/Kuşlar süzülüp uçmuyor/Yıldızlar ışık saçmıyor/Geçmiyor günler geçmiyor” türküsüne, Volkan Konak’ın söylediği “Göklerde kartal gibiydim/Kanatlarımdan vuruldum/Mor çiçekli dal gibiydim/Bahar vaktinde kırıldım” eşlik ediyordu.

Sabahattin Ali’nin odasının dışından resmine bakarken “Dışarıda deli dalgalar/Gelir duvarları yalar/Seni bu sesler oyalar/Aldırma gönül aldırma” sözlerinin akla gelmemesi mümkün mü?

****

İkinci durağımız Karadeniz’in uygar şehirlerinden Ordu’ydu.

Yıllar sonra iki eski öğretmeni-dostu buluşturduk bu deniz kokan kentimizde…

Fındık bahçelerinden geçerek vardık Durdiye-Mustafa Ay‘ın Piraziz-Gökçeali köyüne…

Denizden dağa doğru tırmanırken Karadeniz bir başka güzel göründü gözümüze…

Gece vakti dönüşe geçtiğimizde ise her bir yamaçta yanan ışık, çoban ateşi gibi orada memleketi, memleketimi bekleyen birilerinin olduğunun güvenini verdi bize…

*****

Sonraki durağımız Uzungöl oldu.

Çoğunluğunu Arapların oluşturduğu insan kalabalığı, trafik keşmekeşi, çam ağaçlarını gölgeleyen beton binalar adeta doğayı çıldırtıyordu.

Bir dakika bile durmadan kaçtık çilesi uzayan gölden…

*****

Arabanın burnunu İyidere’den, İkizdere’ye doğrultunca yüzümüzdeki gülümseme arttı.

Aracımız ve yeşilliklere dalan gözlerimiz, dere boyunu takip ederken, ağaç denizinde kaybolan binalara baktık zaman zaman…

*****

Ve iki derenin birleştiği yer, İkizdere…

Köyüm, evim, çay bahçeleri arasından yükselen çatma kaşlı, güzel taşlı, tahta bakışlı evim…

Derenin şırıltısının yatak odama uzandığı çocukluk yıllarım…

Yaramazlıklarım, ilk aşklarım, mısır püskülleri arasında kalan anılarım…

*****

İki gün kaldık köyümde, doyamadık…

Hacı Münevver (Annem) ölümü bir kez daha yenmenin mutluluğu içindeydi.

Hem Cemile hem Oktay (Baysal)’ın orada olması şanstı.

Kalbi duran annem, yeniden aramıza katıldı.

*****

Sonra yeniden yollara düştük.

Ayder’i gördük önce, hem yanı başımızdaki ağaçların arasına kadar inen sisini hem de pırıl pırıl açan güneşini…

Dostlarımız ülkenin başka yerlerinde sıcaktan bunalırken, biz bir akşam da olsa yorganla üşümenin mutluluğunu yaşadık; Nadir Demirci’nin nadir rastlanacak güzellikteki Kardelen adlı bungalov evinde misafir olarak…

****

Rize merkezi de dolaştık, Zilkale’ye de çıktık.

Liseyi okuduğum şehir çok değişmemişti, Dağmaran hariç…

Zirveyi ilk kez gördüm.

Rize’ye, denizden aldığı toprak yetmemiş, dağların doruklarına kadar taşmış…

En tepeden baktık, Rizelinin üstün gayretiyle bozmaya çalıştığı bu aziz şehre…

****

Artvin’de dostlarımızla buluştuk.

Nuray-Şadi Özdemir çiftiyle yeryüzünün en büyük Atatürk anıtının önünde önce resim çektirdik, sonra kahve içtik.

Nereden baksan güzel, nasıl baksan güzel olan Atatürk anıtı Artvin’in yeni simgesiydi artık…

****

Karadeniz’de son durağımız Havza oldu.

Büyük Atatürk’ün, Milli Mücadele’nin ilk kıvılcımını çaktığı, Erzurum ve Sivas’ta ateşe dönüştüğü ikinci adresteki müze evi de gezdik.

****

Karadeniz’den sonra mola yerimiz Başkent Ankara oldu.

Arife günü olmasına karşın Anıtkabir ana-baba günüydü.

Biz orada sadece Mustafa Kemal’in yattığı yeri görmedik, Kurtuluş Savaşı’na, bu savaşın öteki önderlerine ve her aşamasına tanıklık ettik.

Bizden birkaç gün sonra Anıtkabir’i, Nobel ödüllü Aziz Sancar’la gezen Cumhuriyet Yazarı Orhan Bursalı ne güzel anlatmış bu durumu:

Burayı millet sadece bir kişinin, Atatürk’ün anıtı sanıyor. Aslında karşımızdaki görkemli yapıt, Atatürk’ü yüceltmenin ötesinde bir yeni varoluşu simgeliyor. Burası Türkiye’nin kurtuluş simgesi, Atatürk ise bir baş mimar; emperyalizmden kurtulan bir ülkenin kuruluş, diriliş, varoluş, bağımsız ve özgürlüğü olarak egemen bir millet olarak sahneye çıkışın yeniden doğuşun simgesi…”

*****

Karadeniz’de ruhumuz doydu, bedenimiz coştu.

Anıtkabir’de umutlarımız tazelendi, bu ülkeye olan inancımız arttı.

*****

Bu yazının dip notu: Anıtkabir’le ilgili eşim Melike Baysal’ın duygu dolu yazısını yukselbaysal.com’dan okuyabilirsiniz!

Loading