Ana Sayfa Yüksel Baysal - Gazete Yazıları İran’da neler gördüm?

İran’da neler gördüm?

Komşumuz İran’ı çok merak ediyordum.

Birlikte Şah’ı devirmelerine karşın mollalar, solculara kazık atmış, demokrasi yerine molla diktatörlüğü kurmuşlardı.

Siyasal dincilere güvenilmeyeceği tezi, o günden sonra yaygın kanı haline gelmişti.

*****

İran gezisi sırasında daha ilk dakikalarda bu durumun kısa bir öyküsünü dinledik:

İranlı rehberimiz Mine Hanım, İran devrimine bizzat katılanlardan biriydi.

Şöyle anlattı bize o günü:

Şah’a karşı gösteri yapılıyordu. Herkes gidiyordu ben de gitmek istedim. Babam izin vermedi ama yine de gittim. Göstericiler bağırıp, çağırıp hakaret ediyorlardı. Sonra müdahale oldu. Bazı göstericilerin ayaklarına ateş ettiler. Ben ölen görmedim ama yaralananları omza alıp gösteriye devam ediyorlardı. Ertesi gün bir baktım ‘Kara Cuma’ diyorlar. Halen bu şekilde anlatıyorlar. Orada olmasam ben de inanacağımMollalar, iktidara geldiklerinde herkese elektriği, petrolü ve doğal gazı bedava kullandıracaklarını söylemişlerdi. Şimdi durumumuz Şah döneminden kötü!

*****

1980 İran’ında mollalar egemen olduktan sonra molla rejimi, özgürlükler konusunda Şah rejimini aratmadı.

Hatta daha kötü yaptı.

****

İktidarını sürdürmekte zorlanan, halk desteğini önemli ölçüde yitiren molla rejiminin varlığına önce duvarlarda tanıklık ettik.

Humeyni ile Hamaney’in resimleri birlikte her yerde karşımıza çıktı.

83 MİLYON NÜFUS, 465 MİLYAR DOLAR MİLLİ GELİR!

Türkiye’nin iki katına yakın coğrafi büyüklükte olan İran, dünya petrol ve doğal gazının yüzde 10’unu elinde tutuyor.

Ne yazık ki sadece elinde tutuyor!

Zenginliğin üzerinde oturan İran’ın Gayri Safi Milli Hasılası 465 milyar dolar…

Neredeyse Türkiye’nin yarısı kadar…

Sadece bu kadar da değil, bizden çok altın yatakları var; doğal gaz ve petrol zaten gani…

Bütün bunlara rağmen ihracat sadece 60 milyar dolar…

Akıl ve bilim olmayınca, zenginlik de olmuyor demek ki!..

****

İran bir tüketim toplumu…

Yol kenarlarında, egzoz dumanları arasında aileler örtü atıp yerde yemek yiyorlar.

Her yerde aynı manzara…

Bundan dolayı bizim bakış açımızla İran hijyenik bir ülke değil…

Tuvaletleri felaket…

Bizim 1980’li yıllarımıza benziyor.

Alaturka tuvaletler pis kokular yayıyor, istisnalar hariç hemen hiçbir yerde pisuar yok.

İRAN’DA SUÇ İŞLEMEK ÇOK KOLAY!

Kadın örtüsüyle beraber sokaklarda…

Hatta Türkiye’den daha çok sokaklarda, iş yerlerinde…

Yeter ki kafasının ucuna bir örtü assın!..

Yine de bu görüntü sizi yanıltmasın!?

Gezi grubumuzda yer alan Muhasebeci İlkay Mutluay, Hindistan dönüşü yaşadıklarını anlatınca, molla rejiminin anlayışının devam ettiğini anladık.

İlkay, Hindistan’dan Tahran aktarmalı dönerken, din polisi yakasına yapışmış: “Çıplak kolla burada durmanın cezası var. 40 kırbaç vuracağız!”

Yalvar yakar durumu anlatmış, “Transit geçiyorum, bilmiyordum” falan demiş ama dinleyen yok.

Türk konsolosluğunu arama izni vermişler, konsolosluktaki görevli ikna etmiş din polisini de İlkay Mutluay öyle kurtulmuş!..

****

Kaşhan’da mola verdiğimizde bir grup gençle karşılaştık.

Kızlı erkekli gruptan, İranlı bir kız çok güzel Türkçesiyle bize hitap etti.

Önce Tebriz Türklerinden sandık, değilmiş!

Dizilerden Türkçe öğrenmiş, mükemmel konuşuyor.

Gençler bize fotoğraflarını gösterdiler, kızlı/erkekli gruplar olarak dağlarda kamplar kuruyorlarmış…

‘Peki, polis ne yapıyor?’ diye soruyoruz.

Oraya gelmiyorlar, gelseler de haberimiz oluyor, uzaktan görüyoruz. ”

Ayrılırken, aralarında iki kızın da olduğu gençlerin elini sıktık, meğerse bu da suçmuş!

EYY MÜSLÜMAN BOYNUNUZA HAÇ TAKILSA OLUR MUYDU?

Yıllar önce Mehmet Ali Ağca’nın eski nişanlısı olarak bilinen Rabia Kazan’ın İran izlenimlerine ilişkin bir kitabını okumuştum.

Türbanlı bir kadın olarak İran’a giden Kazan, orada karşılaştığı olayı anlatmıştı.

Fransız bir turist gezerken, başörtüsünü düşürüyor.

Pastaran adlı din polisi Fransız kadına bağırıp, çağırıyor, itiyor, kakıyor, başörtüsünü takmasını istiyor.

Heyecanlanan ve örtüyü bilmeyen kadın bir türlü takmayı beceremiyor.

Rabia Kazan yardım ediyor da kadını din polisinin elinden kurtarıyor.

O Fransız turistin sözleri, bilmem bizim dincilerimizin kulaklarını küpe olur mu?

Diyelim ki siz Eyfel kulesini görmeye Fransa’ya geldiniz. Havaalanında sizin boynunuza bir haç takılsa, onunla gezmek ister miydiniz?

İRAN TURİZMİN FARKINDA DEĞİL!

İran, zengin tarihi turistik yerleri olan bir ülke…

2 binli yıllarda 500 bin, 2011 yılında 2 milyon, 2018 yılında ise 5 milyon civarında bir turist ziyaret etmiş…

Ki bunların çoğunluğu komşu ülkelerden…

Oysa zengin tarihi ve kültürel mirasa sahip, bir yanı Hazar denizi öbür yanı Basra körfezine uzanan bu geniş ülke yüz milyar doların üzerinde bir turizm geliri elde edebilir.

YASAKLARIN OLDUĞU ÜLKEYE KİM GELİR?

İran’da sadece baş açık veya kolları çıplak gezme değil, daha pek çok yasak var.

Örneğin oyun yasak…

Gençler parklarda oynuyor, ona ses çıkarılmıyor ama kahvehanelerde oyun oynanamıyor.

Müzik yapan bir yer de yok, yasak kapsamında…

Gençler parklarda, köprü altlarında gitarla kendi eğlencelerini yapıyorlar.

Ama öyle gideyim bir yerde müzik dinleyeyim, o yok.

Bırakın oyunu, İran’da dans sözcüğü bile yasak…

İranlı bir yazar, yazdığı romanını önce sansür kuruluna veriyor, kurul izin verirse, roman yayınlanabiliyor.

Örneğin o romanda “Sonbahar yaprakları dans ederek yere düşüyordu” diye yazılamıyor.

Bilmem İran’a gidenler bu gerçeğin farkında mı?

TAHRAN’DA SELÇUKLU İZİ!

Bu genel değerlendirmeler bir yana İran’da çok güzel yerler gördük.

Örneğin, Selçuklu hükümdarı Tuğrul’un İranlılar için bu kadar önemli olduğunu bilmiyordum.

Tahran’daki Tuğrul Bey anıtını ziyaret ettik, bilgiler aldık.

12. yüzyılda güneş sistemine göre yapılan anıtın girişinde eski Farsça yazı var.

İranlı rehberimiz “Bu yazıyı biz okuyamıyoruz” deyince, bizim yeminli Atatürk düşmanları aklıma geldi.

Harf devrimine karşı çıkan bu tipler “Geçmişten koptuk, mezar taşlarımızı bile okuyamıyoruz” demiyorlar mı; sanki tek derdimiz mezar taşları okumakmış gibi!..

****

Bir konuda İran bizden çok çok iyi…

Şehirleşme Türkiye’den çok daha güzel!..

Kentlerin içi yemyeşil…

Yatay şehirler, geniş caddeler, devasa meydanlar, çok katlı olmayan binalar var.

Bütün bunlara rağmen trafik her yerde büyük sorun.

(İsfehan’daki Nakşi Cihan Meydanı)

Bu arada altını çizerek söylemeliyim ki Tahran’daki Azadi (Özgürlük) meydanının azameti ve İsfahan’daki Nakşi Cihan (Dünyanın yarısı) meydanının büyüklüğü karşısında utandım!

Türkiye’nin bir tek kentinde bu büyüklükte meydan yok…

Haa, bunca meydanı yapıp, yanında çay-kahve içecek bir yer yapılmaması da yolculuk arkadaşımız Sami Bilge‘nin en çok eleştirdiği konuydu.

(Tahran Azadi Meydanı)

TÜRKİYE KEŞKE İRAN OLSA!

Yıllar boyu “Türkiye İran olmasın” diye yazdım, çizdim.

Yine de aynı noktadayım ama bir farkla!

Bugünlerde pek çok kişinin yakındığı cami hoparlörleri kulak zarı patlatmıyor, minareler göğe yükselmiyor.

Din devletinde bizde olduğu kadar cami yok!..

NERELERİ GÖRDÜK?

Tahran, Kum, Meybod, İsfahan, Kaşhan, Yezd şehirlerini gördük.

En çok Zerdüşt’ün ateş tapınağının bulunduğu Yezd şehrinden etkilendim.

Tarihsel dokusunu koruyan, egzotik bir şehir…

Molla etkisi ne kadar azsa, o kadar güzel bir şehir…

Tarih kokan bu şehirdeki yerleşim MÖ 6 bin 500-7 binlere gidiyor.

Tıpkı bizim Bursa gibi neolitik dönemdeki kalıntılar, 1960’lı yıllarda bulunmuş, molla döneminde hiç kazı yapılmamış.

(Yezd şehrinde bir cami…)

****

Daha fazla uzatmayayım…

İranlılar, diğer Doğu toplumlarında olduğu gibi duygularıyla yaşayan insanlar…

Her yerde şiir, önemli kahramanlarının pek çoğu şair!

İran’ın her şehrinde acılı müzikler yükseliyor iş yerlerinden.

Elektrik direklerinde İran-Irak savaşında “Şehit” olan askerlerin solmuş fotoğrafları var.

İki ay yas günü var!

Ki gerçekten orada her gün Kerbela!

Televizyonlardaki programlar propaganda bülteninden öteye geçmediği için dünya başka televizyonlardan izleniyor.

Bu da molla rejimini zorlayan en önemli unsurlardan biri oluyor.

Sonuç; ‘Gidin, görün, komşumuzu tanıyın’ derim ama gitmeden önce de İran hakkında okumayı ihmal etmeyin.

Çünkü gördükleriniz sizi yanıltabilir!..

Loading