Ne zaman bir yolculuk düşünsem, aklıma hep Ege gelir.
Ben hırçın coğrafyanın ‘Gem vurulmaz’ çocuğuyum; uzun zamandır Ege’nin dingin-güneşli topraklarında kendi olgunluğumu yaşıyorum.
Belki de bundan ötürü nereye gitsem içimde ya Kuzey Ege’de Kazdağları’ndan ya da Milas-Bodrum’dan bir parça var.
Yaz demeden, kış demeden biraz da büyük kargaşalıktan kaçarak yola çıkıyorum/çıkıyoruz.
*****
Her yolculuğumda aynı heyecanı yaşıyorum.
İzmir’i geçince yolun sağında Metropolis Antik Kenti’ne gözüm ilişiyor; çoğu zaman hızla geçiyorum, arada bir yoldan saparak, yeniden yeniden yaşıyorum Metropolis’i….
Selçuk tabelasının altında işte Efes orda, bin yıllardır insanlığın insan olmasına yol açan yerlerin başında geliyor. Sabahattin Ali’nin iki Efes karşılaştırmasını anımsayıp geçiyorum.
Söke’ye gelince biraz daha netleşiyor Ege…
Göz alabildiğine ova, daha önce gezdiğimiz Prienne tanıdık olarak kayıtlara geçiyor.
Hemen yanında Güllübahçe, üst tarafında Aziz Nikola kilisesi…
Rumlardan kalan harap yıkık bir ibadet yeri ama köy alabildiğine görkemli…
*****
Ve ardından Bafa gölü…
Atalarımız “Gözün cenneti yeşilliktir” demişler ya, bizce (Karım ve ben) gözün cenneti yeşilliğin yanı sıra denizdir, göldür!
Yaklaşık 60 kilometre kare ile Ege’nin en büyük gölü…
Bafa yazın başka güzel, baharda çiçekler açınca başka!
Daha doğrusu nerden baksan güzel, nasıl baksan güzel bir yer…
Burada erken gelir bahar, şubattan itibaren gelinlik gibi süsler doğa Bafa’yı…
Ay ışığında da geçtim Bafa gölünü, zifiri karanlıkta da…
Bir yer her mevsim güzel olur mu?
Karşıda sert kayalar, önümde Ege’nin en önemli sembolü…
Bafa’nın suları kayaları ısrarla döverek kendine yer açmaya çalışmıştır, kendine kurulan hapishaneden çıkmak istercesine…
****
Seyrine doyamadan Aydın sınırlarını bırakıp, Milas sınırına ulaşıyoruz.
Önce Pınarcık çıkıyor önünüze…
4 kilometre sonra da Çamiçi…
Oradan gezginlerin iyi bildiği Kapıkırı’ya doğru içeri girip gölün karşı kıyısındaki Heraklia Antik Kenti’nin kalıntıları gezebilirsiniz.
Ardından Bafa’dan adını alan mahalle de var.
Zeytinyağı fabrikalarından zeytinin ana vatanına geldiğimizi anlıyoruz.
****
Dördüncü yerleşim yerine, Selimiye’ye ulaşıyoruz.
İki Selimiye’si var Muğla’nın, biri Marmaris’te en bilineni, tatilcilerin akınına uğrayan, öbürü benim bildiğim-sevdiğim Selimiye…
Melike’nin doğduğu topraklar…
Baydur-Ayşe Soydan’ın yaşadığı yerler…
****
Yol üzeridir Selimiye…
Bodrum’a giden milyonlar geçer önünden, içinden ama merak etmez kenarında yaşayan insanları, tarihini, doğasını…
Oysa acele etmese, deniz-kum-güneş- her şey dahile koşmasa, zaman tünelinde yolculuk yapacak belki…
****
Bir şehri öğrenmek istiyorsanız, ara sokaklarında kaybolmanızı öneririm.
Ara sokaklarda gizlenmiştir pek çok güzellik…
Ben hep öyle yaparım.
****
Selimiye de öyle…
Tipik Ege kasabası…
Ege insanı…
Cumartesi günü pazara çıktığınızda kadın-erkek birlikte satış yaparlar; birlikte ürettiklerini, birlikte ulaştırırlar kendi insanlarına…
Sonra da birlikte tüketirler.
Oysa ülkenin başka yerinde kadınları sadece alış yaparken görürsünüz, satış yaparken değil…
****
Tipik Ege kasabasıdır; tam orta yerinde Mustafa Kemal Atatürk durur; Ege insanın kalbinde olduğu gibi…
Onsuz ne bir ev bulabilirsiniz Ege’de ne bir meydan…
Selimiye’nin en güzel yerinde, çiçekler arasında Atatürk sizi selamlar.
****
Ara sokaklara daldığınızda iki katlı evleri arasında Rumlardan kalan yapıları görürsünüz, mimar olmadığınız halde anlarsınız mimarisinden bu yapının başka bir kültür insanın elinden çıktığını…
****
1798 yılından kalan Abdül Fettah camisinin çevresi Osmanlı izini taşır. Mükemmel mimarisi gözalırken, artık işlevini yitirmiş Kervansaray’ın bazı evlere avlu görevi yapmaktan öteye bir işlevi kalmadığına hayıflanırsınız.
Yine de belediye boş durmamış, yanındaki hamam restore edilerek günümüze kazandırılmış…
Atıl durumda olsa da…
****
Hemen her evin önünde limon ağacı yerlere kadar eğilen dallarıyla selamlar sizi adeta…
Bahçelerde portakal-mandalina, zeytin elbette…
Ve yol boylarında turunç…
Doğanın bereketini, insanın güzelliğini tamamlar Ege’de…
****
Ege demek biraz da çiçek demektir. Şubat ayında başlar lale, papatya, nergisler açmaya başlar.
Önce Ege’de başlar çiçekler kendilerini göstermeye…
****
Selimiye’yi anlatırken Euromos’u es geçmek olmaz…
Selimiye’nin içi tarih kokarken, bu küçük kasabanın çıkışında tarihin sere serpe uzandığı bu toprakların çok önemli yerleşim yerlerinden birine, Euoromos’a ev sahipliği yaptığını da kaydetmiş olayım.
Çocukluğu bu topraklarda geçmiş, antik kent sevdalısı eşim Melike Baysal’ın (yukselbaysal.com.tr’daki yazısını hokumanızı öneririm.)
****
Ege’de en çok ne yenilir diye sorulsa, keşkek yanıtı verir çoğu kişi… Selimiye’de farklı olarak çaykama vardır. Her Selimiyeli bir çaykama sevdalısıdır!
****
Yazıyı uzattım ama Ege’yi anlatmayı bitiremedim.
Bir başka yazıda devam ederim diye düşünüyorum.
Yolunu Ege’ye düşürecek olanlara önden bir parça tattırmak istedim.