Ana Sayfa Yüksel Baysal - Gazete Yazıları Bilim fukarası ülkemden manzaralar!

Bilim fukarası ülkemden manzaralar!

Bilim fukarası ülkemden manzaralar!

Taha Akyol’un verdiği rakam çok çarpıcıydı.
Arap ülkelerinin bilimsel araştırma sayılarının toplamı, Harvard Üniversite kadar bile ulaşmıyor.
Bu rakamı dincilere sorsanız, “Müslümanların asrı saadet günlerinden” söz edip, “neden, niçin, nasıl” sorularını sormazlar, sorgulamazlar.

******

Oysa sorunun kaynağı çok açık…
Din ve bilim ayrı ayrı yollardan ilerlemek durumunda…
Biri akla hitap etmeli, öbürü kalbe…
Din nakille gelmiştir, bilim akılla…
Naklin egemen olduğu, eğitimin ezbere dayandığı sistemlerde kesinlikle bilim olmaz, bilimsel ilerleme yapılamaz.
Yani din ve bilimi ne karşı karşıya getirmek lazım, ne de birbirine karıştırmak…
Biri aklımızı aydınlatmalı, öbürü ruhumuzu…
Onun için Allah ile kul arasında kalmalı din, diyanet…

******

Ne yazık ki, bu ülkenin cumhurbaşkanı bir milyon 200 bine ulaşan imam hatipli sayısı ile övünüyor.
Ülkenin dört bir yanına cami yaparak, ülkenin manevi kalkınması (!) için yoğun çaba gösteriyor.
Peki cami yapmakla, ezber bir nesil yetiştirmekle ülke kalkınır mı?
Dünyada örneğine henüz rastlanmadı.
Öyle olsa en çok medresinin bulunduğu, her ölçünün dinle yapıldığı Afganistan, Pakistan dünyanın en gelişmiş ülkeleri olurdu.
Öyle olsa bilimi kendine rehber edinen 4 milyonluk İsrail, Müslüman Arap dünyası karşısında bu kadar fütursuz olabilir miydi?

******

Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere yeryüzünün büyük kuruluşları, bazı ölçüler ortaya koyar…
Kişi başına içilen süt miktarı…
Kişi başına elektrik tüketimi…
Kişi başına gelir düzeyi…
Kişi başına düşen patent sayısı…
Kişi başına düşen gazete, kitap okuma oranı…
Onlarca, yüzlerce kriter var insan oğlunun gelişmişli düzeyine ölçen, saptayan…
Ancak din bir ölçü olarak kabul edilmez.
Kişi başına düşen din miktarı diye bir şey yoktur!

******

Bazıları diyecek ki, yanlış algılar İslam dünyasında bu sonuçları ortaya çıkarıyor.
Pek de öyle değil…
57 İslam ülkesinin birisi bile faklı değilse, neyi sorgulayacağız?
Gelişmiş ülkelerin o noktaya gelmesinde birinci derecek rol oynayan etmen, din ve bilimin ayrışmasıydı.

******

Bizim tarihimizde de bu mücadelenin izlerini görmek mümkün…
Tam bu noktada biraz geriye döndüğümüzde karanlık tarihimizle övünenlere bazı konuları anımsatmak isterim.
Çünkü bilime düşman bir gelenekten geldiğimizi açıkça itiraf etmeden, özeleştiri yapmadan uygarlık yolunda ilerleyemeyiz.

******

Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş aşamasında Yıldırım Beyazıt’a bir şikayet yapılıyor.
Şerefhan denilen bir ‘dinsiz’ “ yaptığı bir aletle Allah katını gözlüyor” denilerek, idam ediliyor.
Çok geçmeden Osmanlı’nın çöküşünün ilk adımı atılıyor ve Matematik başta olmak üzere pozitif bilimler, o çok övünülen padişah Kanuni Sultan Süleyman döneminde medreselerde ders olarak okutulmaktan çıkarılıyor.
Dördüncü Murat döneminde, yıldızları gözlem amacıyla kurulan “Rasathane” Allah katı gözleniyor diye yerle bir ediliyor.
Aslında bu hikayelerin sayısı daha çok ama fikir vermeye yeter sanırım.

*****

Bakın, bundan 150 yıl önce, uygar dünya bilimin önündeki bütün Hıristiyan dogmalarını ortadan kaldırırken, biz oluştrduğumuz Encümen-i Daniş adlı bilim kurulunda, “Tavşan kesmenin” günah olup olmadığını, fanusa konulan canlının hava almamasının dinen sakıncalarını tartışmakla zaman kaybettik.
Fizik, kimya, biyoloji, hemen hepsi dinci yobazların karşı çıkışlarına rağmen ders kitaplarına konuldu.
Tam bu noktada Abdülhamit’in hakkını da teslim etmekte yarar var, çünkü bir kısmı onun döneminde gerçekleştirildi.

******

Sadece bilim alanında değil, sanat alanında da her ilerleme gericilere karşı göğüs göğse çarpışmayla oldu.
Osmanlı’da “Maskara” gözüyle bakılan tiyatrocuların tanıklığının mahkemelerde bile tanıklığı kabul edilmiyordu.
Tiyatrocular öldüğünde Müslüman mezarlığına gömmek istemiyorlar, sadece azınlık mensubu insanlar cenaze törenlerine katılıyordu.

******

Böylesine zor koşullarda ortaya çıktı Türkiye Cumhuriyeti…
Bilimin, sanatın, kültürün, aklın önündeki bütün engellerin kaldırıldığı esas tarih 29 Ekim 1923’tür.
Uygar dünyada yerimizi aldığımız tarih de o tarihtir.
SARAYLAR YAPTIRDIM HALKIM İÇİN!

Nilüfer eski Belediye Başkanı Ziya Güney, sosyal medyada Kurtuluş Savaşı dönemiyle ilgili bir anı paylaştı.
Ben de size aktarmak istiyorum:
“Sağlık Bakanı Refik Saydam cepheden gelen yaralılara yer bulmakta zorlanıyordu..Yaralılar için Ankara’daki resmi binalar boşaltılmaya başlanmıştı.. Son gelen yaralılara yer kalmamıştı.
Meclis binasının bir katı boşaltılarak hastane yapılması tartışılıyordu.. Bakanlara çalışacak yer kalmıyordu
Adalet Bakanı Refik Şevket İnce durun bakalım telaş etmeyin benim aile ve çocuklarımı Kayseri’ye gönderir boşalacak 2 odada da iki bakanlığı misafir edebilirim ..Evde eşya da var mühürlerinizi alıp gelin..
Bugünlere ateşten gömlek giyerek gelen diğerleri gibi Sağlık Bakanı Refik saydam ve İktisat bakanı Celal Bayar sevinmişlerdi.. Buraya yerleştiler..görevlerini buradan yürüttüler..
Günümüzde saraylara sığmayan lüks ve israf içinde yüzenlere ithaf olunur.”

Loading